21 Kasım 2009 Cumartesi

Yapraklar.

Bu aktiviteyi oyun grubumuzda da gerçekleştirdik..




Sokaktan dökülen yaprakları topladım. Hava çok yağmurlu olmasaydı bu aktiviteye birlikte yaprak toplayarak başlamak şahane olurdu. Yapraklar kuru değildi zaten ve önce iyice yıkandılar, sokaktan toplantıkları için..Mikrodalga fırında kurutuldular..

Yaprak sepetini masasının üstüne koydum ve ilgilendiği anda "Bak yaprak" dedim. Bunu sıkça tekrarladım.





Sonra ben ufalayarak Rüzgar' a model oldum ve sustum. O kendiliğinden dahil oldu, bu kısım çok önemli,kendi kararlarıyla başladıkları her aktiviteye daha uzun süre konsantre oluyorlar. En fazla "sen de yapmak ister misin?" diyorum. İlgilenmesse, kaldırıyorum..Böylece kendi seçimlerini yaşıyor..

Ve yaprakları ufalamaya başladı. Çıkan ses çok hoşuna gitti ve "tıt, tıt" diye taklit ettik sesi..





Benim daha önceden, evet o anda değil, müdahele ederdi,onu engelleyip "hayır, ben yapacağım" demem sinir bozucu olurdu, o yüzden daha önceden çizdiğim yaprağı aldık, yardım etmek istediğinde dahil olmasını sağlayarak zemine uhuyu sürdük. Bu arada sürekli konuştum. "Bak, ben buraya da bir yaprak çizdim" dedim sıkça tekrarlayarak.





Sınırları sürekli "yaprağın içine" diyerek gösterdim. Böylece sınırlı boyama ön hazırlığı da olur bu aktivite, ki daha çok var o aşamaya, ve de "iç, dış" kavramları için de bir adım..




Ve sonlandı, saate bakmadım ama ortalama yarım saat, dikkat süresinin daha uzun olmasını beklemiyorum bu aylarda..Bitmeden ilgisini kaybetseydi de bunu erken fark eder, yardım ederek sonu hızlandırırdım . Çünkü başladığı herşeyi bitirmesi gerektiği mesajını şimdiden vermek gerekir..

Bitince çok sevindik beraber, öpüştük hatta?!? Rüzgar ortalığı temizledi, ben gururlandım, gözlerim de doldu..

Külotlu çorap çok yakışıyor değil mi :)


19 Kasım 2009 Perşembe

İlginç



Ayça beni mimlemişti, bayağı da oldu, Rüzgar' a dair 7 "ilginç özellik"..Uzunca bir süre yazamadım çünkü ilginç birşey bulamadım ki..

Çok düşündüm, dert ettim bu post' u yazmayı ve ve ve...

1) Bizimki şapur şupur yüzünü hiç ekşitmeden limon yer, ben ona bakarken ekşirim o hiç ekşimez..

2) Bütün elektrikli aletlerden çıkan sesleri ding-dong-dın dın- daum gibi seslerle taklit eder, ilginç olan ise tonu bire bir vermesidir, çok şaşırmadık değil mi ,baba müzisyen dayı müzisyen..Olsun ben şaşırıyorum hala..

3) 3 öğün hatta 5 öğün yoğurt yiyebilir, bunda şaşıracak ne var demeyin, kaymaklı ekmek kadayıfı ile bile yoğurt yiyebilir, ev yoğurdu ama, nasıl bir damaksa ayırt ediyor hazır yoğurdu..

4) Her gidenin arkasından "gittiiii" diye ağlar,ağlamassa da mızık mızık mızıklanır- ne demekse- mümkünse herkes bize gelsin ama kimse gitmesin ister, gel gidelim diyenlere teklifsiz "atlar", bana da döner "by bye" der..

5) Hayvanlarla iletişim kurarken sesini inceltir, en tizden "miyi miyi, del del gıyı gıyı, gel pisi pisi" gibi sevgi sözcükleri kullanır, ve de hiçbirinden korkmaz, köpek Rüzgar' dan korkar,hırlar hatta kaçar, ama Rüzgar ı-ıh..

6) Doğduğundan beri evet evet abartmıyorum, doğduğundan beri enteresan bir temizlik takıntısı vardır, hatta zaman zaman küçük bir obsesif yetiştiriyorum dediğim oluyor, eller kirlenir, bizimki pis der ve birimiz silene kadar o eller havadan yere inmez, yere düşer kalkar kalkmaz pis der ve elini çırpar, altı temizlenir, bezine kötü kötü bakar, pis der..Ben değilim bu, babaya çekmiş..Kıllı tüylü şeylere dokunmaktan hiç haz etmez, onlara da pis der..

7) Mahalleli arkadaşları var, sayıyım, karşı apartmanın kapıcısı Ali Bey, ona uğramadan dolaşmaya başlamaz, terzi Coşkun Abi, Vodafone bayisindeki 2 satış görevlisi abla, Eser Mola İçgiyimde (!) çalışan abla..Abiii, ablaaaa diye bağırarak koşar onlara, gene döner bana by bye der..Herkese koşar, döner bana by bye der, herkesin adını söyler bana ise ısrarla "baba" der..

Edit: İki gündür "baba" lıktan "amme" liğe terfi ettirdi beni oğlum..

Önüm, arkam, sağım, solum sobe, saklanmayan ebe!!!!

Hülya' nın Tuna' sı
, Meripoint, Çınar ' ın annesi, Ceren' in annesi ..



Budur..

,

12 Kasım 2009 Perşembe

2 yaş sendromu/ MU?!?

Rüzgar öksürdü, burnu aktı, çok uyandı geceleri, mızmızlandı, en sonunda ateşi çıktı, derken doktor yolu göründü..Pek sevgili doktorumuz Cemal İncedere, ki Rüzgar' ın kıymetlisidir kendisi, "sen anlat sakin sakin, ben biliyorum içinde kopan fırtınaları, hadi ordan psikologmuş bir de" bakışıyla ve bu bakışa iliştirdiği gülümsemesiyle dinledi beni..Hastalık falan bir kenara, hastalanmadan büyümüyor bu yavrular, pedagojik desteğini çok önemsediğim ve paranoyak zihnimi emanet ettiğim bir doktor Cemal İncedere, gittikçe doktor fobik olan oğlumu sakinleştirebilen ve de "hımmm, ne kadar mutlu bir çocuksun sen, her halinden belli" diyerek ruhuma serin sular serpebilen aynı zamanda..

Hasta ama onun dışında da bıdı bıdı, dıdı dıdı larımı dinledi uzun uzun, dedi ki 2 yaş sendromu..Hööö?!? Evet evet, kabaca ve artık Adanalı olmaya başlamış bu böğürden koparak yükselen bir "hööö?!?"..Ama benim mis kedim, zıplayan tırtılım, boncuk tospağam henüz 16 aylık..Evet evet, artık 2 yaşının içinde ya dedi doktor, tamam belki biraz erken ama bunlar başlangıç aşamaları, belli ki sınırlar geniş tutulmuş o da "özgürüm ben özgürüm" diyerek başlamış sınırları keşfetmeye diye de ekledi..

Durum şudur özetle:


Rüzgar yapar:
Masadayız, illa sofra kurulur ve de üç öğün şeklinde aile fertlerinden en az biriyle aynı anda yer yemeğini oğlum. Bir kaşık,bir çatal, hatta ısrarlarıyla (!) artık bir de bıçak Rüzgar küçüğü için eklenmiştir sofraya..O yer kendince, ama bu arada annesi de yedirir biraz illaki.. Son zamanlarda gözümün içine yeryüzündeki en nötr ifadeyle bakıp "ben bu tabağı kıracam kardeşim" inadıyla vurmaktadır Rüzgar tabağa, elindeki çatal, bıçak ve kaşıkla..
Bilim önerir:
Dikkatini dağıt, inatlaştığını ve sınırlarını test ettiğini unutma.."Hayır" demek bu durumda hiçbir işe yaramaz, muhtemelen arkadan bir öfke ve ağlama nöbeti gelir hayır demekte ısrarcı olursan..
Psikolog anne der:
Tamam da o ses benim beynimin içinde volkanik patlamalar yaratıyor, tabaklarımı da seviyorum ve istemiyorum kırılsınlar, ayrıca bu çocuğa şimdi öğretemessek ne zaman öğreteceğiz sofrada oturmayı, ayrıca da ay ne anlamsız geldi herşey birden, öhööö, ağlamak istiyorum. Dur bi sakinleş.."Anneciiiiiim, aaa, sen susadın mı, al bakalım bardağını, hıh iç suyunu, aaaa, çorba da mı içeceksin," oh bitti...


Rüzgar yapar:

"Bu çamaşır sepeti yaklaşık 10 kilo da olsa, ben sadece 13 kilo da olsam ben itecem kardeşim bunu balkona, sen yardım da etme, öööööö(ağlama efekti), çek elini, yardım etme dedimm, bak mandalları bahçeye atarım haaa" bakışları..



Bilim önerir:
Sakin, sakin ol Iraz, sınırlar meselesini hatırla..
Psikolog anne der:
Ama bu durumda bu iş, sepeti balkona taşıma işi, yarım saat sürüyor,o da dert değil, beklerim olacaksa, hayır itmesi de bir noktadan sonra mümkün değil, ona da ağlıyor bu sefer, yardımla oğlum hadi, ona da ı-ıh, kendim yaparım, bu aralar pek bir süpermenim ben..O zaman: "Rüzgar, hadi koş bu bezi babaya ver, silsin çamaşır iplerini, hıh, ne güzel oldu böyle, koş koş koş" Bu arada çamaşırlar hızla balkona nakledilir..Bir de bu aralar pek bir keyifleniyor birine birşey verme görevi verildiğinde, görevi tamamladığında da coşkuyla alkışlıyor kendini..Bu alkışı nerden öğrendiyse..

Rüzgar yapar:

Ben bu sehpaya çıkıcam kardeşim, sonra senin ulaşamam sandığın lap top ı o köşeden çekecem,çünkü bu beceriyi-sehpaya çıkma becerisi- kazandığımı unutup her seferinde aynı yere koyuyorsun onu, sonra da arkasındaki kabloyu çıkarıp elektiriğin tam da lap top a aktığı yeri yalicam, sırf bunu istemediğini bildiğim için belki de..Bu davranışımın altında yatan sebebi bilmiyorum..



Bilim önerir:
Güvenlik önlemlerinizi alın ama çocuğu mümkün olduğunca özgür bırakın. Bu dönemde çocuk dünyayı keşfeder.."Hayır" demek burda da...Bıdı bıdı bıdı..
Psikolog anne der:
Zaten artık prizden çekiyorum lap top u , bittikçe pili şarj edeceğim, dün itibariyle kesin kararımı verdim bu hususta,da bu sehpaya çıkma işi fena..Bir de ordan koltuğa atlayıp yaklaşık 15 saniye-asla daha fazla değil-ayak ayak üstüne atıp oturma modu var..Neyse güzel, ev onun da evi, bak keşfediyor çocuk, zıplarken de düşüp kafasını yarmasın diye 2-3 dua öğrenir onları mırıldanırım artık..Zaten kısa sürüyor bu tırmanma halleri, odasındaki sandalyesinin üstünde buluyordum bir ara sıkça, üstünde ve ayakta,ama sıkıldı ve kendiliğinden yapmamaya başladı bir şekilde..Gördünüz, başardım hayır dememeyi..

Rüzgar yapar:
Beni kucağına al yoruldum, hayır hayır vazgeçtim yere indir, hayır hayır kucağına al, aaaa, çabuk yap bu geçişleri kızıyorum, ööööööööööööö-bak ağlarım ha-...Hımmm, şu yerdeki kırmızı şey de ne, pis dedi annem, ama ben dokunmadan hatta tatmadan bilemem değil mi, benim de kararlarım olduğunu hatırlatmadı mı bilim kişisi de, dur ben bi ağzıma sokayım şu kırmızı parlak pis olduğu iddia edilen şeyi..



Bilim önerir:
?!?!Sınır falan dedik de çöp de yedirmeyin kardeşim çocuğunuza..
Psikolog anne der:
Oğlum pis, olmaz Rüzgar "hayır", evet evet, doğru duydunuz "hayır", bu yerde gördüklerini ağzına atma mevzusuna kesin "hayır"..İşte o kesin olduğunu adı gibi bildiği "hayır" ı duyduğu anda, ki kucağıma almak ve onu uzaklaştırmak zorunda kalabiliyorum, kendini parantez yapabiliyor son 3 haftadır ve de 13 kilo oluyor 130 kilo, öyle bir aşağıya çekiyor ki kendini..Final: "Aaaa , kediler saklanmış bence Rüzgar, gel kedileri arayalım, gel pisi pisi.." Mutluyum ki çok kedili bir mahallenin çocuğu Rüzgar ve "baba" diye bağırmaktan sonra en sık başvurduğu sözel iletişim kurma yöntemi "gel pisi pisi.." diye çağırmak kaynaşmak istediği hayvanları..

Rüzgar yapar:
Büyüyorum, işim zor, bilmediğim milyonlarca şey var keşfedilmeyi bekleyen, çok da keyif alıyorum yaşamak denilen şeyin her anından, sürekli öğrenmekten, bana çok anlamlı gelen bir eylemin bazı büyükleri neden bu kadar telaşlandırdığını hiç anlamıyorum. Benim için hayati önem taşıyan bir anın "Hayırr" diye bir sesle bölünmesi öyle kesiyor ki büyüme hızımı..Biliyorum bazen tehlikeli işler yapıyorum hatta ben herkesten daha çok korkuyorum o anlarda..Ama büyükler de yapıyorlar değil mi..Ben şanslıyım aslında,annem ve babamdan çok az duyuyorum o kötü kalpli "hayır" kelimesini, bazen anlatıyorlar bana neden yapamayacağımı, ikna oluyorum, ama tanımadığım insanlar ya da çok az tanıdığım diyelim, neden bu kadar çok "hayır" diyorlar bana, ve neden çocuk yetiştirmenin "hayır" demek ve sözünü dinletmekten ibaret olduğunu sanıyorlar..Annemle babam da üzülüyor o anlarda biliyorum..
Bilim önerir:
Rüzgar a sonsuz katılıyorum, hadi herkes kendi çocuğunun başına, karışmayın birbirinize..Gereksiz ve sık kullanılan "hayır" bir süre sonra anlamını da yitirir, dikkatini başka yöne çekmek ve kaliteli zaman geçirmeyi öğrenmek gerek önce..



Psikolog anne der:
Ben de büyüyorum ve en kötü kalpli "hayır" larımı kendime saklıyorum, kendi "hayır" larımla kendimi boğuyorum sıkça, sonra bir an dur diyorum, biraz dur..Oğlum beni biraz öper misin dediğinde koşarak yanına gelen bir oğlun var sayın psikolog kişisi..Sarıl, kokla,hatta beraber uyu bu öğlen onunla..Sonra da onun çırptığı(!) ve fırına koyduğu keki yiyin beraber uyanınca, evin en ev koktuğu hallerinde tadını çıkarın bu en keyifli beraberliğin..

Not: Ayçacığım önerdi, ben de aldım okuyorum zevkle, Osho Çocuk..Bu yazının üstüne hepinize tavsiye ederim..

9 Kasım 2009 Pazartesi

Başladık!!!

Hani "Başlıyoruz.." demiştim ya, bu haftasonu başladık!!!



Önüm & Arkam..



Sağım..



Solum..



Çocuk..



Yaşasın!!!

adanaoyungrubu@yahoo.com
oyungrubu_adana-subscribe@yahoogroups.com

5 Kasım 2009 Perşembe

Ben Yaptım, Oldu Mu ?!?

“Ben yaptım oldu mu?!?” son zamanlarda en sık kurduğum soru cümlesi, uzun süredir bir yapma halim var..Bir kısmı bunlar, devamı gelecek...



Bu bana tahminimce 22. doğumgünü kutlamamda, yani küçükken, sevgili arkadaşım, klinik psikoloji dersinde anlamsızca her şeye gülme yoldaşım Edamın hediyesi bir abajur idi..Bu obje, o günden bugüne değiştirdiğim bin beş yüz evde hep bir köşeyi aydınlattı, eski dost işte..Şimdi minik oğlumun şeker odasının bir parçası olabilme ihtimali derdime derman oldu, çünkü minik bu abajurcuk ve Adana’ nın büyük evlerinde kendine yer bulamaz oldu minicikliği ile..Ben de taaaaaaaaaa(!) hamileyken Rüzgar'a ördüğüm battaniyenin artık ipleriyle bir kostüm ördüm kendisine ve monte ettim..Al sana battaniye ile takım gece lambası..




İşte bu geridönüşümün önde gidenidir..Kadın milletinin ikişer üçer alıp çöpe attığı market insert’lerinin kurtuluşudur, devrimdir..Insert alıyorum hep ikişer tane..Kesiyorum makasla..Eski ve telefon değişikliği sebebiyle kullanamadığım kartvizitlerimin iki tanesini yan yana getirip ortalayarak yapıştırıyorum meyve- sebze- ev gereçleri- giysi- vs ne varsa..İki tane çünkü ilerde hafıza oyunu oynayacağız Rüzgar’ la..Böylece hem insertler işe yarıyor hem de benim kartvizitlerim kağıt çöpü olmamış oluyor..Tabiki bu haliyle yumuşak oluyor ama lamine ediyorum kırtasiyeden aldığım şeffaf yapışkanlı folyolarla..Elimdeki folyolar bitince aldığım laminasyon cihazını kullanmaya başlayacağım..



Bu gördükleriniz sevgili kocam Turgut’ un çektiği ve de İfsak’ ın “Gölge” Projesi’ nde sergilenen fotoğraflar..Yani aslında sadece birini görebiliyorsunuz ama :)Sanat eseri olmaları ve kocam tarafından el yapımı olmaları sebebiyle evimizin bir parçası olmayı yıllardır hak ediyorlardı :)Ama ben Rüzgar’ ın aramıza katılması, iki ayağımın yarım pabuca girmesi ve de eskisinden otuz sekiz bin kat fazla iş yapma hevesimle "ancak" geçtiğimiz babalar gününde el atabildim kendilerine..El emeği göz nuru bir hediye oldu babaya..Kırtasiyeden en ince strapor- ben yıllarca strafor dedim, yanlışmış, utandım-, yani köpük alınır, fotoğraflar en basitinden stick yapıştırıcı ile yapıştırılır bu strapora, cetvel kullanarak maket bıçağı ile kesilir..Olur sana sade bir tablo, çerçevesiz haliyle de oldukça post modern..İstersek paspartu da uygulanabilir..

Bitti.